Bu sefer sinemadan edebiyata, bilgisayar oyunlarından masaüstüne her çeşit kurguda bağlayıcılığı olduğunu düşündüğüm, birbirine sık sıkı sıkıya kenetlenmiş olsa da yapı olarak çok farklı iki konuya aynı yazıda el atmaya karar verdim: Tutarlılık ve gerçekçilik. Neden? Çünkü kotamız var, haftada en az üç kere bir şeylere atarlanmazsak yıllık Her Bok Hakkında Söyleyecek Lafı Olan Yazarlar buluşmasında ikinci keke para alıyorlar. Şimdi size bu önemsiz gelebilir ama yazar ve gazeteci milleti beleşçidir, eşantiyonsuz ikramsız yaşayamayız biz. Birkaç ay boyunca beleş yiyebileceği konferans ya da kokteyl denk gelmedi diye açlıktan ölen biliyorum.

Bu sefer görsel altında komiklikler olmayacak. Tutuyorum kendimi. Christopher Reeve bu, Superman’i oynadı. Pek severim.
Kabaca özetlemek gerekirse, gerçekçilik bir kurguda olan her şeyin gerçek hayatta da ‘mümkün’ olması, tutarlılık ise bir kurgunun en başta kendisi için koyduğu kuralları çiğnememesi denilebilir. Her kurgu gerçekçi olmakla yükümlü değil ancak iyi bir kurgunun en azından tutarlı olması gerektiği açık. Bununla ilgili özellikle yaşça biraz geniş (yaşlı değil, kemik yaşı iri diyelim) geek’lerin hatırlayacağı, her şeyi daha rahat açıklamama yardımcı olacak, en net örneklerin Donner’ın temelini attığı ve Reeve’in oyunculuğuyla izlediğimiz film evreninde Superman’in yapabildikleri olduğunu düşünüyorum.

Hafıza ve öpme olaylarıyla alakalı görsel bu da. O kadar. Komik bir durum yok. Dedim tutuyorum diye.
Bunlardan en tartışmalısı muhtemelen ‘hafıza silen öpücük’ hadisesi. Böyle bir sahneyi gerçekçilik anlamında değerlendirmek mümkün değil, ancak kurguda tutarlılık adına yargılayabiliriz. Her ne kadar daha önce ‘öperek’ bunu yaptığı bir örnek anımsamasam da, Superman’in çizgi roman evreninde telepati ve telekinezi yetenekleri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. En azından New 52’ya kadar bu böyleydi. Hafıza silmekle doğrudan alakası olmamakla birlikte zihinsel bazı güçleri olduğu iddiasını sağlamlaştırmak adına (bir de sırf boş konuşmayı sevdiğim için) önce telekineziye değinmek istiyorum. Superman’in uçaklardan heykellere, şehirlerden dağlara kadar bir yığın şey taşıdığını herkes bilir. Maalesef ne kadar güçlü olursa olsun normal boyutlarda bir insan, öyle kütleleri tek bir noktadan tutup taşımaya çalıştığında fizik kurallarına göre kırılıp parçalanacakları açık. Çizgi romanlar ise Superman’in bu tarz işlerde taşıdığı şeyi bir arada tutmak için telekineziden faydalandığını net bir şekilde ortaya koyarak bu sorunu çözdü. Kara deliklerden geçerken de yine aynı şekilde atomlarını bir arada tutabildiğini biliyoruz (bilgiye gel, “Bunları bilmek gerçek hayatta ne işimize yarayacak?” sorusu göz yaşları içinde köşeye sindi şu an). Yani fizik kurallarının bildiğimiz gibi işlediği durumlara, onları aşan bir adam eklendiğinde ortaya çıkan sonuca ‘tutarlı’ bir açıklama getiriyor yazarlar. Telepat olduğu ise yine çizgi romanlarda zihnini farklı mekanlara yansıtabildiği, hatta ‘telepatik projeksiyonlar’ yaratabildiği örneklerle kanıtlanabilir. Özellikle telepatiyi çok sık kullanmadığı ortada ancak karakteri biraz tanıyanlar için bunun etik sebepleri olduğunu söylemek mümkün. Yapabiliyor olduğu halde sorunları çözmek için başkalarının zihinleriyle oynamak pek tercih edeceği bir şey değil. Fakat film evreni içinde bunları yapabildiğine dair elimizde o noktaya kadar başka bir örnek yok. Bu durumda ‘gerçekçi’ mi? Tabii ki değil, böyle olaylarda gerçekçilik bekleyemeyiz. ‘Tutarlı’ mı? Bütün külliyatı ayırmadan ele alırsak, evet. Film evrenini ayrı tutarsak, hayır. Donner Superman’i görebildiğimiz kadarıyla, bildiğimiz anlamda bir telepat değil.

Yine komiklik yok. Fizik, tekerlek, dönen şeyler falan. Konuyla alakalı şeyler.
Gelelim ikinci büyük tartışma konusuna: Dünyayı çevresinde uçup ters yöne döndürerek zamanı geri almak… İşte bu can yakan kısım. Hafıza silmeyi sabaha kadar tartışabiliriz ancak bu noktada filmlerin yabancı ellerde kullanılan deyimle ‘jumping the shark’ durumu yaşadığı ortada. Çünkü gerçekçi değil, tutarlı da değil. Sanırım çoğu geek’in bu hayatta en sık karşılaştığı yorumlardan biri fantastik kurgularda olan ‘saçma’ bir olaya atarlandıklarında, mevzuya biraz dışarıdan bakanların “Abi ışın atanlar, büyüler, tanrılar falan var, buna mı taktın?” demesidir. Evet canım, takarlar, takıyoruz. Çünkü zevkli ve seçici insanlarız, hikaye anlatımıyla ilgili dünya klasiklerinden beklediğimiz bazı özellikleri o renkli çizgi romanlardan, ejderhaların uçuştuğu fantastik dünyalardan ya da filmlerden de bekliyoruz, bunlardan en önemlisi de tutarlılık (bir de çok boş zamanımız var, o da etkili). Donner-verse’te olsun, çizgi romanlarda olsun, Superman hikayelerinin çoğunun geçtiği ana evrende (çoklu evrenlerin tümü için bu durum geçerli olmasa da) fizik kuralları gerçek dünyadaki gibi işliyor. Evet, kütle çekimine karşı koyabilenler var ama kütle çekimi var. Zamanla oynayabilenler var ama zaman var. Yaralanmayan ya da yaralanınca ölmeyen, hızlı iyileşenleri ‘özel’ yapan şey, geri kalanın yaralanıp ölebiliyor olması. Kısacası o fizik kuralları buradaki gibi işlediği için onları aşabilen ya da manipüle edebilenler taytla, donla kahraman oluyor. Kurgunun kendisi için koyduğu kural bu ve kafasına göre bu kuralın dışına çıkarsa ortaya tatsız bir hikaye çıkar. Yani (film hala yeniyken adı da geçsin) Marvel evreninde Dr. Strange büyü kullanarak zamanla oynarsa bu gerçekçi olmaz ama tutarlı olur, DC evreninde Flash

Hala tutuyorum kendimi… Flash, koşu bandı. Yazdığım şeyleri gösteriyorum. Yazıya görsel koymanın amacı bu sonuçta.
‘speed force’ sayesinde Kozmik Koşu Bandı’yla zaman yolculuğu yaparsa yine aynı durum geçerli (gerçi hakikaten koşu bandında zaman rölatif, bana da üstündeyken on dakika on yıl gibi geliyor) . Çünkü iki durumda da mevcut fizik kurallarını aşan ama kurgunun kurallarına sadık senaryolardan bahsediyoruz. Fakat dünyayı tersine çevirmek şu tarihte insanlar için mümkün olmasa da sonuçları hesaplanabilir bir durum. Yani bir kurguda bunu yapabilen biri varsa ve o kurguda dünya bildiğimiz kurallara göre hareket ediyorsa, sonucunun ‘zamanı geriye almak’ olmayacağı açık. Bir şekilde üzerinde yaşayanları öldürmeden böyle lüzumsuz bir çabayı başarıyla sonuçlandırsa bile zaman olduğu gibi akmaya devam eder, ölenler öldüğüyle kalır ve eline geçen tek şey güneşi batıdan doğurup insanların kıyamet geldi sanmasına sebep olmak olur. Üstelik bu en iyi ihtimal. Öyleyse bahsi geçen hareket iki dersten de sınıfta kalıyor. Bunu çoğumuz için üzerinde bıkmadan, usanmadan bu kadar konuşulacak kadar önemli yapan şey ise çoğumuzun çok sevdiğini düşündüğüm, geri kalanı oldukça keyifli, kült bir filmde aniden kurguya zarar verip zayıflatması (bir de dediğim gibi işsiziz). Demek ki genel olarak çok iyi bir yapımda bile tutarsız, ‘deus ex machina’ denilebilecek anlar ağızda kötü bir tat bırakabiliyor. Bir de zaten ‘idare eder’ kategorisinde değerlendirilebilecek ya da iyi olma ihtimaline parmak uçlarıyla tutunan, sallantılı bir üründe böyle tek bir hata bile okuyucunun ya da izleyicinin gözündeki kredisini tüketir, kendi ipini çekmek olur.

Bunu günlerce çıkarmadan gezilmez, üzerinde bununla uzun yola çıkılmaz. Yine komik bir durum yok, açıklayıcı nitelikte görsel. Bildiğiniz zırh.
Bu bilgiler ışığında diyebiliriz ki her tür kurguda, bütün senaryolarda başarının sırlarından biri de çift taraflı gerçekçilik/tutarlılık anahtarı. İster iki tarafı da kullanırsınız, ister sadece birini, ama tamamen çöpe atıp iyi sonuç almayı bekleyemezsiniz. Bir hikaye gerçekçi ama tutarsız (bazı absürd komedi örnekleri ya da garip evrenler düşünülürse nadir ama mümkün), tutarlı ama gerçek dışı ya da hem gerçekçi hem de tutarlı olabilir. Mesela insanların sağa sola büyüler attığı bir evrende bile bildiğimiz anlamda kütle çekimi varsa ve büyülü olmayan materyaller bu evrende olduğu gibi işliyorsa, örneğin paslanıyorsa, hava almıyorsa, ağırsa ve bakım istiyorsa, bu durumda bir GM olarak oyuncularınızın t-shirt’le gezer gibi ağır zırhlarla günlerce gezmesine, hatta sıcak bir günde mecbur olmadığı halde ‘önlem olsun diye’ giymesine bile izin vermemeniz bence gayet makul olur (Agincourt gibi nadir ve ciddi ölüm kalım meseleleri dışında tarihte de bunu yapan manyak bulamazsınız). Veya önceden neler yapıp, neler yapamayacağını net bir şekilde belirlediğiniz bir karaktere aniden, sırf senaryoyu girdiği çıkmazdan kurtarmak adına olmayacak bir şey yaptırarak kendi kurallarınızı sebepsiz yıkıyorsanız, ister film senaryosu ya da hikaye yazıyor, ister oyun oynatıyor olun, yaptığınız şeyin okuyucu, izleyici veya oyuncu üzerindeki etkisi ‘dünyayı tersine çevirerek zamanı geriye almak’ ile yaklaşık aynı

Dayanamıyorum artık, sadece bir tane: Kurguda gerçekçi ya da tutarlı olmadan başarılı olabileceğiniz tek alan siyaset… (resmen rahatladım şu an)
olacaktır. Kısacası ne yaparsanız yapın, yaptığınız şeyi açıklarken “Yea büyüler havada uçuşuyo, ışın atan adam var, siz buna mı taktınız yeaa…” kartını oynamak zorunda kalıyorsanız ortaya koyduğunuz ürünün defolu olduğunu bilin. Çevrenizdekilere itiraf edemeyebilirsiniz ama en azından içten içe kabul edin ve sonra anonim olarak bana “Evet, yanlış yaptım ve bunun farkındayım…” yazın. Haklı olduğumun söylendiği mesajları biriktirip torunlarıma saklıyorum. Aklıma estikçe onları çevreme toplayıp tatil fotoğrafı gibi tek tek göstererek darlamayı planlıyorum. Ayrıca ölmeden son sözüm “Dedeniz hep haklıydı… Evet evet, o konuda bile…” olsun istiyorum. Bir de haksız çıkan internet kullanıcılarının itiraflarındaki çaresizlikten beslenerek güçlenen bir çeşit ifrit olduğum söylentisi var ama inanmayın, gerçekçi değil, tutarlı da değil.
Not: Bir yazıda bu kadar sık parantez açarak düşünce zincirini bozup durmak, okuyucunun dikkatini dağıtmak da pek hoş değil, biliyorum ama numaralandırarak dipnotlar kullanmaya kalksam üşenip bakmazsınız. Bu kadar alakasız ve uzun yazıları sonuna kadar okuduğunuz için dua etmem gerekirken şansımı zorlayasım yok. Hem kafamın dağınıklığını gözünüze sokmak da neşeli.
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.