Vampirle Görüşme ile ülkemizde büyük bir hayran kitlesi kazanan Anne Rice ve Prens Lestat, efsanevi okyanus diyarı Kayıp Şehir Atlantis’te yeniden karşımıza çıkmaya hazırlanıyor. Anne Rice’ın 36. Kitabı olacak olan (Prince Lestat and the Realms of Atlantis) Prens Lestat ve Atlantis Diyarları 29 Kasımda raflarda yerini alacak.
Bugün Türkiye saatiyle 17.00 da yapılan duyuruda ayrıca yeni kitaptan bir alıntı yayınlandı, biz de Türkiye’de ilk defa Arcane çevirisiyle sizinle paylaşıyoruz:
ALINTI: Prince Lestat and the Realms of Atlantis – Anne Rice
Giriş
Rüyalarımda bir şehrin sular altına gömüldüğünü gördüm. Binlercesinin çığlıklarını duydum. Ölenlerin sesleri, dalgalar ve rüzgar kadar kuvvetli bir koroydu. Cennetin kandillerinden daha kuvvetli parlayan alevler gördüm. Ve bütün dünya sarsıldı.
Batan güneşin genç olanları yakmasından korktuğum için uyuduğum sığınakta karanlığa uyandım, tabutumu terk edemedim.
Bir zamanlar sadece egzotik bir filiz olan muazzam vampir sarmaşığının kökünü tuttum. Eğer kesilsem, darbe alsam ya da yansam bütün diğer vampirler çektiğim acıyı bilirdi.
Ya kökün kendisi acı çekiyor muydu? Kök düşünür, hisseder ve konuşmak istediğinde konuşur. Ve kök her zaman acı çekti. Kökün çektiği acının ne denli güçlü olduğunu ancak zamanla fark ettim.
Dudaklarımı oynatmadan ona sordum: “Amel, o şehir neydi? O rüya nereden geldi?”
Bana yanıt vermedi, ama orada olduğunu biliyordum. Onun orada olduğunu bana her zaman hissettiren ensemdeki ılık baskıyı hissedebiliyordum. Büyük sarmaşığın başka bir dalına, bir başkasıyla rüya görmek üzere gitmemişti.
Yok olan şehri yine gördüm. Şehir ortadan ikiye ayrıldığında onun çığlığını duyduğuma yemin edebilirdim.
“Amel, bunun anlamı ne? Bu şehir ne?”
Karanlıkta saatlerce böyle birlikte yatardık. Ancak ondan sonra tabutumun kapağını açıp bodrumdan çıkmak, bana zarar veremeyecek küçük yıldızlarla dolu gökyüzünü görebilmek benim için güvenli olurdu. Her ne kadar bize ayın ve yıldızların çocukları desem de, aslında yıldızlar bana asla huzur vermedi.
Biz dünyanın vampirleriyiz ve daha önce de kendimize böyle çok isim verdim.
“Amel, bana cevap ver.”
Saten ve eski ahşap kokusu. Olgun ve saygın şeyleri severim, ölülerin uyuması için yumuşak kumaşlarla bezenmiş tabutlar gibi. Bir de çevremi saran ılık havayı. Bir vampir neden böyle şeyleri sevmesin? Bu benim mermer sığınağım, benim mekanım, mumlarım. Bu benim kalemin altındaki bodrum, evimin.
Onun iç geçirdiğini duyduğumu sandım.
“O zaman sen de gördün, senin de rüyana girdi?”
“Sen rüya gördüğünde ben de görmüyorum!” diye yanıtladı. Tavrı oldukça aksiydi. “Sen burada uyurken ben de kalmak zorunda değilim. İstediğim yere gidiyorum.”. Bu doğru muydu?
Ama görmüştü, ve şimdi de ben yok oluşunun tam ortasında yeniden parlayan şehri gördüm. Dayanabileceğimden daha korkunçtu. On binlerce ruhun bir buhar gibi vücutlarından sökülüp yükseldiğini izlemiştim sanki.
O da görüyordu. Gördüğünü biliyordum. Ve ben o rüyayı görürken görmüştü.
Bir süre sonra bana gerçeği söyledi. İtiraf ettikten sonraki o sesindeki gizli tonu artık tanıyordum.
“Ne olduğunu bilmiyorum.” dedi, “Ne anlama geldiğini de bilmiyorum.”. Yeniden iç geçirdi, “Onu görmek istemiyorum.”.
Sonraki gece aynı şeyi söyledi, ve sonraki gece.
O rüyalara dönüp baktığımda ne kadar uzun süre hiçbir şey bilmeden sürüp gitmiş olabileceğini merak ediyorum.
Eğer gördüğümüz şeyin anlamını hiç keşfetmemiş olsaydık bizim için daha mı iyi olurdu?
Fark eder miydi?
Bizim için her şey değişti, ancak hiçbir şey değişmedi, ve tepedeki kalemin ardında parlayan yıldızlar asla sırlarını açmadı. Ama zaten yıldızlar bunu asla yapmaz, değil mi? Yıldızlardaki düzeni okumak, onlara isim vermek, onların ağır ağır değişen yerlerini ve öbeklerini kutsamak yaratılanların lanetidir. Ama yıldızlar asla tek kelime etmez.
Ne anlama geldiğini bilmediğinden bahsederken doğruyu söylüyordu. Ama rüya kalbine korku salmıştı. Ve o şehrin sular altına gömüldüğünü her gördüğümde, onun ağladığını duyduğumdan daha da emin oluyordum.
Rüyalarda ve uyanıkken onunla başka kimsenin olmadığı kadar bağlıydık. Onu seviyordum ve o da beni seviyordu. Ve biliyordum ki sevgimiz, çevremizdeki soğuk anlamsızlığa, yakarışları ve şarkılarıyla, insanlar tarafından cennete uzanmak için yapılmış kuleleri yutan sonsuz denizleriyle bu Vahşi Bahçe’ye karşı tek savunmamızdı. “Sevgi her şeye katlanır, her şeye inanır, her şeyi umut eder, ve her şeye dayanır.” der Havari, “…Ve bütün bunların en güzeli sevgidir.”.
Buna inanırdım, ve Havari’den yüzlerce yıl sonra şair-aziz’in yazdıklarına da inanıyorum: “Sev ve ne yapmak istersen onu yap.”
Çeviri: Barbaros Aytuğ
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.