Büyük bir kısmınızın zaten tanıdığına inandığımız, tanımayanların ise acilen ‘The Scarecrow’u izleyerek tanıması gerektiğini düşündüğümüz Jim McKenzie’yi ‘henüz’ zirveye çıkamadan, yarı yolda yakalayıp bu hafta sizler için Arcane’de ağırladık. Sıkı bir takipçisi değilseniz uzaktan bakıldığında klasik bir goth izlenimi uyandırsa da, dikkatle incelendiğinde McKenzie de, işleri de nevi şahsına münhasır. Onu aynı alanda yıllardır çalışan diğer sanatçılardan ayıran çok fazla nüans söz konusu aslında, ancak belki de en önemlisi kendi deyimiyle altı dakikalık bir filme anlatmak istediği her şeyi sığdırabilmiş olması. Bu sayede çalışmalarına rastlayıp onu farklı kılan diğer unsurları fark etme şansımız oldu, ve yine bu sayede kendisine ulaşıp bu röportajı yapmamızın şart olduğuna karar verdik. O da bizi kırmadı, okurlarımız arasındaki hayranlarına ve henüz tanışacak olanlara aşağıdaki sohbeti sunmamızı sağladı:
Merhaba Bay McKenzie, öncelikle sizinle konuşma fırsatı bulmuş olmak harika. Sizin gibi başarılı bir sanatçıyla tanışmaktan onur duyduk. İlk soru açıkçası biraz ‘klişe’ ancak hem bizim için, hem de okurlarımız için önemli olduğunu düşünüyoruz: Size ilham veren ne? The Scarecrow, Octopump, Pumpkin Crab gibi çalışmalarınıza bakıldığında sürreal ama gerçekçi, rahatsız edici ama insanın içini ısıtan, kendine has ama basit diye sıralanabilecek garip bir çelişkiler bütünü olduklarını görmek zor değil. Böylesine zıt duygular uyandıran görselleri etkileyici bir bütün haline getirebilmenizi sağlayan nedir?
Çalışmalarım tek, büyük bir fikir gibi gelebilir ancak her parça farklı bir şeyden kök alıyor. Yaratım sürecinde en çok o an hissettiğim duygulardan ilham alıyorum. Stresli durumlar bile ilham verici olabilir aslında. Kendimi ‘uyumsuz’ hissettiğim anlarım oluyor, sanırım hepimizin var. Çevremizdeki herkes ‘normal’ görünmek için çaba sarf ediyor ancak herkesin içinde bir miktar delilik var. Bu his ben farkında olmadan birçok çalışmama sızıyor.
Uzun zamandır sanat eserleri yaratıyorsunuz. Resimler, heykeller, hatta yönetmensiniz aynı zamanda. Ancak sizdeki cevheri insanlar yeni fark etmeye başlıyor. The Scarecrow videonuz bu fitili ateşlemiş gibi görünse de ilginin temelinde başka bir şeyler olmalı. Çok fazla iyi sanatçı işlerini birçok platformda paylaşma fırsatı buluyor sonuçta, fakat sizinle, yeteneğiniz ve sanatınızla ilgili bir şey insanların “Bu adam farklı, çalışmaları bana hitap ediyor.” demesine sebep oldu. Bu size ve çalışmalarınıza has çekiciliğin altında ne yatıyor? Sizinle ilgili insanları büyüleyen şey ne?
Bunu söylemek çok güç. Sadece eğleniyorum ve her zaman ne yaptıysam onu yapmaya devam ediyorum. Filmim “The Scarecrow” çok yakın zamanda viral oldu ve bence bu sonuca ulaşabilecek en iyi işimdi. Çünkü tam olarak anlatmaya çalıştığım şeyi kolay sindirilebilen altı dakikalık bir kısa filmle özetliyor. İnsanlara daha önce düşünmemiş olabilecekleri ihtimalleri ve teknikleri göstermek, ve mümkünse başkalarını muhteşem işler ortaya koymaya yöneltmek istiyorum
Biraz ‘tartışmalı’ bir sorumuz var, bunu sorarak belki de risk alacağız ancak size ‘yeni Burton’ diyenler olduğunu görüyoruz… Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz? Burton tribute’lerine katıldığınızı bildiğimiz için cevabın olumlu olacağını düşünsek de, çoğu sanatçı bir başkasına benzetilmeyi ya da bir başkasıyla karşılaştırılmayı sevmez. Bunu bir övgü olarak göreceklerin sayısı oldukça azdır. Bize göre işleriniz Burton’la aynı kitapta olabilir ama çok farklı sayfalarda. Kesinlikle size özel bir tarzınız var. Bu tarz karşılaştırmalardan memnun musunuz, yoksa bir noktada kendi yaratıcılığınızı gölgeleyebileceğini mi düşünüyorsunuz?
Ben hiçbir sanatçının bir başkasıyla karşılaştırılmaktan hoşlandığını sanmıyorum ancak alanınızın zirvesinde değilseniz de bu kaçınılmaz. Bu mukayeseyle çok sık karşılaşıyorum ve iyi niyetli olduğu düşüncesiyle yaklaşmaya gayret ediyorum. Ancak ben ‘yeni Tim Burton’ değilim, ben sadece Jim McKenzie’yim. Tabii ki Tim Burton her zaman bana ilham kaynağı olan büyük sanatçılardan biri olmuştur, diğer yandan işlerimiz çok farklı. On dokuz yaşındayken süslü kıyafetler giyip Tim’in MoMA’daki büyük akşam yemeği partisine sızdığımı hatırlarım. Ailesiyle tanışma ve işinin retrospektini gözlemleme şansım olmuştu. Çalışmaları bana o kadar yakındı ki, adeta içimde bir kıvılcım ateşledi ve muhteşem duygular uyandırdı. Eğer insanlar benim sergime geldiğinde de benzer duygularla ayrılabiliyorsa, işte o zaman bütün bunlara değer.
Ya son serginiz, Lost Magic? Sergilenenler arasında harika çalışmalar vardı ve hak ettiğiniz ilgiyi gördü gibi duruyor. Sizin için nasıl geçti ve sonraki adımınız ne olacak? Gelecekle ilgili şimdiden planladığınız bir proje veya sergi var mı?
Lost Magic olukça iyi karşılandı, hatta beklediğimden de iyiydi! Gala resmen büyük bir partiydi. Hatta Fire and Icing tarafından yapılmış, kendi karakterlerimden esinlenilmiş dev bir pasta vardı ve kutlamak için gelen herkese birer dilim düştü. Bu proje için iki sene boyunca bu kadar büyük gayret gösterdikten sonra açıkçası sergi sona erdiği anda ufak bir ara verebilirdim, ancak galadan beri çalışmayı bırakmadım. 2 Eylül 2016’da, Philedelphia Arch Enemy Arts’ta izleyiciye sunulacak bir karma sergide yer alacağım. Serginin adı “Imaginary Menagerie 4” ve tanıdık bir puggle’ın orada olacağını düşünüyorum.
Ayrıca Aardman Nathan Love stüdyosunda, Lost Magic için yarattığım karakterler etrafında dönecek bir stop-motion kısa film çekmek üzere beyin fırtınasına da başladık. Bence bu şimdiye kadar geliştirdiğim bu dünyanın hayat bulması için muhteşem bir fırsat. Gelecek gittikçe daha aydınlık görünüyor ve sanatımın 2017’de hangi noktada olacağını görmek için şimdiden sabırsızlanıyorum.
Bildiğiniz gibi bir kolumuz ABD’de olmakla birlikte aslında Türkiye merkezli bir yayınız. Türkçe yayınlanıyoruz ve okurlarımız da burada. Bu durumda az sonra soracağımız soru kaçınılmaz oluyor: Türkiye’deki fan’larınız sizi hiç canlı görme fırsatı yakalayabilecek mi? Sergi, konuşma ya da tatil için gelmişken bazılarıyla tanışmak için ufak bir plan değişikliği? Çünkü biliyoruz ki çoğu hayranınız bu soruya sadece bir “Belki…’ cevabı almaktan bile mutlu olacaktır.
Şu anda net bir planım yok ama bir noktada Türkiye’ye gelmeyi çok isterim. Belki gelecekte bir pop-up sergi, kim bilir?
Son bir soru: Wonka’nın Fabrikası’nı baştan yaratmak istediğinizi duyduk. Eğer yapma fırsatınız olursa bir altın bilet alabilir miyiz?
İlk alacak olan siz olursunuz!
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.