Netflix ‘in merakla beklenen Death Note uyarlaması sonunda 25 Agustos ‘ta görücüye çıktı. Ne mi düşünüyoruz? Nerden başlasak…
Eğer henüz filmi izlemediyseniz, bu yazıyı okumamanızı tavsiye ederim, zira filmi enine boyuna ele alıyor olacağız – yani spoiler ‘lar konusunda oldukça eli açık davrandık.
Kafadan sonuca gireyim, sonra neden olduğunu detaylarıla inceleriz. Berbat bir film olmuş – bana kalırsa filme ayıracağınız vakte dönüp orjinal animeyi bir posta daha izlerseniz, daha hayırlı bir iş yapmış olursunuz, çünkü Death Note ‘u yüreklere kazıyan hiç bir şey bu filmde yer bulamamış.
Yönetmen Adam Wingard, 30 küsür bölümlük bu kült anime ‘yi bir iki saat gibi kısa bir zamana sığdırmak gibi zor bir göreve layık görüldü – bunun yapımdaki herkesi kısıtladığı aşikar. Bu bağlamda elbet ki orjinalden daha farklı, hatta bambaşka bir senaryo ile karşılaşacağımızı aşağı yukarı tahmin ediyordum – ancak gene de ana düşünceye bağlı kalınacağını düşünürdüm – ama holywood senarist ‘lerini düşününce hayalkırıklığı beklentimi de her daim kalbimde tuttum. Karşılaştığım şey, hayalkırıklığından da öte – üzücü bir deneyim oldu.
Öncelikle anime ‘nin özünden başlayalım. Anime ‘de zeka seviyesi olarak oldukça üstün iki karakterin satranç – daha doğrusu av avcı oyununu takip ediyorduk. Bizi seriye bağlayan şey, suçlu ‘nun kaçtığı dedektif’in kovaladığı standart bir polisiye öyküsünden çok, iki tarafında birbirini kovaladığı, bir birinin açığını yakalayıp, hatta açık yaratıp, diğerini avlamak için uyguladıkları planlar ve akıl oyunları idi. Filmde ise, standart bir polisiye öyküsüne sevşirilmiş senaryo. Death Note ‘u bulup milleti fütursuzca öldürmeye başlayan kişi ‘nin av konumuna düşüp, çaresizce bulunduğu bok durumdan çıkmaya çalışması olarak da özetleyebiliriz. Seriyi bize sevdiren akıl ve mantık oyunları, manipülatif aksiyonlar, uzun vadeli planlar ve şaşırtıcı plot’lar gitmiş – yerine kaçan ve kovalayanın olduğu garip bir film çıkmış.
Ikincisi ise Karakterler. Anime ‘nin özünde bahsettiğimiz akıl oyunları, üstün zekalı iki genç olan Yagami Light ve Ryuuzaki (nam-ı diğer L) arasında geçmekte. Her iki karakter de duygusallıktan uzak, mantık ve us agirlikli takılan, sürekli birbirinin hamlelerini analiz eden karakterler. Yagami Light, Kira adı altında suçluları öldürerek dünyaya adalet dağıtmanın peşinde iken – benimsediği amaca o kadar bağlanır ki – bu yolda kendisine engel oluşturacak insanları da ortadan kaldırmaya başlar – devrimci biridir. Ryuuzaki ise evrensel adalet kavramına daha bağlı, suçlu öldürmenin suçun niteliğini değiştirmediği düşüncesinde – daha geleneksel ve evrensel bir bakış ile Kira ‘nın kimliğini açığa çıkarıp adalete teslim etmek ister. Ancak macera, ikisini de birbirine saplantılı hale getirecektir. Iki karakter de, zekaları çerçevesinde davranışsal özellikler sergilerler – soğukkanlı, kontrollü ve her daim düşünen.
Anime ‘deki Light ‘a bakınca, Film’deki light tam bir embesil olarak resmedildi gözümde, film boyunca en ufak bir zeka emaresi görmedim kendisinde. Akıllı göstermek için para karşılığı okuldaki herkesin ödevini yapan bir tip olarak betimlenmiş – akıllı ama aklıyla suç işleyen sorunlu bir ergen modeli. Anime ‘de Yagami Light, Death Note ‘u ilk aldığında deneme yapmak için okuldaki kabadayıları düşündüğünde, kendisine çok rahatlıkla bağlayacak, konumunu ve kimliğini afişe edecek olduğundan vazgeçtiğini hatırlatalım – filmde Light ‘in ilk yaptığı şey Death Note ‘u okuldaki kabadayılar üzerinde denemek oldu. Anime ‘de Ryuuzaki ‘nin Kira ‘nın Light olduğunu ancak ölürken ispatlayabildi – filmde ise tutuşmuş bir light, resmen kendisinin kira olduğunu söyledi.
L ise oldukça akıllı bir dedektif olarak betimlenmiş – ancak gördüğü zorlu eğitim kendisini psikolojik olarka sorunlu bırakmış – yani o da sorunlu bir ergen. Kendisi de, sevdiklerini kira ‘nin elinde kaybetmekten contaları sıyıran bir hale bürünmüş.
Mia ise anime ‘de Kira saplantılı ve kolay kontrol edilebilir bir karakter. Bu nedenle Yagami Light kendisini planlarında bir piyon olarak kullanıyor çoğu zaman. Filmde ise, Mia sorunlu ergenlerin şahı. Araştırıldığını öğrendiği için “tırsan” Light ‘in yapmayı tercih etmediği hareketleri, arkadasından iş çevirerek dalavereyle death note ‘u kullanan ruh hastası bir hatun. Zaten filmi ancak böyle kısaltabilmişler – Light ve Mia ‘nin anlaşmazlıkları ve karşılıklı sıçıp batırmaları L’i kendilerine hızla yaklaştırmış ve köşeye sıkıştırır.
Death Note ‘u kullanan tarafta en ufak bir zeka kırıntısı görünmemekte.
Üçüncüsü ise, Death Note ‘un kuralları konusunda geliyor. Filmdeki deftere bir kişi ‘nin ismini yazdıktan sonra bir kaç dakikalık bir süre içinde ölümü ile ilgili detayları yazabiliyorsunuz – fiziksel olarak imkansız yazılar ise gerçekleşmiyor. Film ‘deki deftere gelince, önümüzdeki 20 yılın tarihini yazsanız gerçek yapar. Kurallara bağlı bir kitap olarak betimlenmiş evet, ama uygulamada sapıtıyor. Kişi öldükten sonra bir takım göt kurtarmaya yönelik yazılan şeyleri defter gerçek yapiyor, ölen kişinin elindeki nesnenin nereye düşeceği gibi abuk detaylar defter tarafından gerçekleştiriliyor. Kurallara bağlı olduğunu düşündüğünü bu kitap – tipik bir holywood hamlesiyle – bir anda sınırlarını saçma sapan bir şekilde esneterek konuyu bağlamaya çalışıyor.
Şimdi yapacağım yorum ne kadar objektif bilemiyorum, çünkü bu kadar kötü bir film izleyince, oyunculara da otomatik olarak antipati duyuyor insan. Light ‘in sürekli ağzı açık, eblek bir bakışı var ki çözebilmiş değilim. Charisma roll çekerken 1 atmış resmen. Şu resme dikkatlice bakınız, iki güçlü ve amansız karakterin bakışı mı var sizce? Daha çok iki çiftli patlatıp soluğu pastanede almış bir ergen var resmen. L ‘de dedektiften çok torbacı gibi.
Kısacası, gerçekten çok ama çok kötü bir film olmuş, doğru ellerde bu malzeme ile güzel bir re-scripting ile arkasındaki ana fikri ve felsefeyi koruyan, çok daha güzel 2 saatlik bir film çıkartılabilirdi.
Bu gibi filmlerde yönetmen seçimi yapılırken, teknik ve sosyal referansları baz alınmadan önce, eğer var olan bir seri ile ilgili çalışılıyor ise, o seriye ilgi duyması gerekiyor. Burada da iş, yapımcı şirketlerin bu gibi serileri popüler yapan şeyin ne olduğunun analizini çok iyi yapıp buna göre yönetmen seçmesi gerekiyor. Bu tip serilerin başarısının özünden çok – marka değerini kullanıp nasıl herkese uygun bir film haline getiririz ve nası para basan bir franchise haline getirirz düşüncesine odaklanıyor. Unuttukları şey, bu seriler zaten bir franchise olmuş, kendi varlığı ile kendini pazarlamış ve kült olarak yerini almış. Sadece Death Note değil, bir çok değerli seri ‘nin holywood tarafından başarısızlığın dipsiz kuyularına gönderildiğine sahit olduk. Ancak ne yalan söyleyeyim – Death Note bunların arasında en kötülerinden biri olarak yerini aldı.
Bu bağlamda en ağır belamı senarist ‘ler alıyor – bir de greve çıkıyor şoparlar. Fazla para bile veriyorlar diye düşünüyorum şu işlerine bakınca. Yönetmeni ayrıca, cesur bir şekilde böyle boktan bir script ‘i geri çevirmediği için kınıyorum. Son olarak da Netflix ‘i, böyle bir yapıma para yatırarak bu tip yapımları özendirdiği için son olarak kınıyorum.
Müziklere gelince, filmin kendisi kadar katı olmayacagim, çünkü sound’ları ve kompozisyonları beğendim. Anime sountrack ‘i rock agirlikliydi, ancak bu filmde daha retro sound’lara yer vermişler. Filmin dokusu ile ne kadar uyuşmuş bilemeyeceğim, ancak sahnelerin yükseliş – iniş etkilerini güzel yansıtmış. Synth-based müzikler, dinlemesi oldukça keyifli. Filme bir daha elimi sürmesem de, sountrack ‘ini didikleyeceğim kesindir.
Film IMDB ‘den 4.8 almış – bana sorarsanız fazla bile almış. Metacritic ‘den 3.8 gibi bir userscore, Rotten Tomatoes ‘dan 40% gibi bir rating ile çıkmış film. Insaflı bile vermişler bana sorarsanız, ancak seriyi tanımayan bir çok izleyici ‘nin de izlediğini hesaba katmak gerek. Gerçi seriyi sevmeyen insan da sevmez bu filmi ama tek tük sevenlerle üç beş rating yakalamış death note, yoksa 1 puan bile alamazdı eminim.
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.